Sosyal Medya

Makale

‘Suriye’de Baas rejiminden ve Esed’den asla vazgeçemeyiz!’ demenin dayanılmaz hafifliği..

Hak, güçlü olmayınca, bâtıl durumuna düÅŸer; bâtıl da güç sahibi oldukça, kendisini hak gibi göstermekte daha bir avantajlı duruma geçer.

Güç gösterilerinde, savaÅŸlarda kimin haklı, kimin haksız olduÄŸu, neticeye göre, neticeci bir anlayışla deÄŸerlendirilecek olursa, açıktır ki, savaşın sonunda kim galib gelirse, o haklı sayılacaktır.

Ancak, bu, hak kavramıyla da baÄŸdaÅŸmaz, sünnetullah denilen ilahî kanunlarla da.. Çünkü, Kur’an’da,‘SavaÅŸ ve yenilgi günlerini insanlar arasında dolaÅŸtırır dururuz..’ buyrulur. Yani, savaÅŸta, mücadelede galib gelen, yenen taraf mutlaka haklı, yenilen de mutlaka haksız sayılamaz. EÄŸer öyle olsaydı, Uhud’da müÅŸrikler karşısında yenilgi alan Hz. Peygamber (S) ve Hz. Huseyn’in Kerbelâ’da kesilen başı önüne konulan Yezid’in, Åžam Sarayı’nda bu sahneyi kendisinin haklılığının sembolü olarak gören-gösteren tavrının doÄŸru olarak kabul edilmesi gerekirdi..

Asıl olan, savaÅŸa baÅŸlarken de, sonucunda da yenilgi alınmış olsa bile, hep haklı olduÄŸuna inanarak ve haklı çizgide kalınarak tarafların kendi konumlarını belirlemeleridir.

MeÅŸhur örnekle, savaÅŸan iki hükümdardan birisinin yenilip düÅŸmesi üzerine, yenen , muzaffer olan hükümdarın ona, ‘Gördün mü, kim haklıymış.. ‘ demesi üzerine; yenilenin, ‘Evet, insanlık hali, aramızda bir ihtilaf oldu ve savaÅŸmak zorunda kaldık.. Ve siz galib geldiniz. Ama, savaşın başında da ben haklıydık, ve ÅŸimdi yenildiÄŸimiz halde, yine ben haklıyım..’ diyebilmesindeki gibi bir haklılık itminanıyla hareket edilebilmesidir, önemli olan..

*

Ä°ran’ın Suriye Buhranı ile ilgili siyasetiyle ilgili deÄŸerlendirmelerimde haksızlık ettiÄŸim ve Suriye’ye Ä°ran’ın müdahalesine dair yazdıklarımın gerçeÄŸi yansıtmadığı ÅŸeklinde mesajlar alıyorum, sık sık.. Ä°çindeki hakaretler karşısında, kötü söz sahibine aiddir, sahibinin seviyesini gösterir deyip geçerim, ama, ‘Bu itirazların üzeünde bir gerçeklik payı var mı?’ diye elbette kendimi devamlı kontrol etmeye çalışırım..

Ä°lginçtir, bu gibiler, ‘Suriye Buhranı’nın hangi merhalelerinden geçtiÄŸini halkın unutmuÅŸ olabileceÄŸini düÅŸünerek, hâlâ, Tayyîb ErdoÄŸan’ı suçluyorlar.

Bu konuda inisiyatifi kullanan aslî taraf olmadığına göre göre, Türkiye yanlış yaptıyapıyor  diyelim. Bunu bir an böyle varsayıp üzerinde düÅŸünebiliriz..

Ama, karşı taraf, asla yanılmazmış gibi, verdiÄŸi kararlar üzerinde bir tartışma açılamıyan ve ‘mutlaka vardır bir bildiÄŸi..’ diye her kararına hikmet ve ÅŸer’î bir mükellefiyet imiÅŸ gibi bakılan bir irade tartışılmadığı müddetçe, bu tek taraflı deÄŸerlendirmeden nasıl saÄŸlıklı bir sonuç elde edilebilir?

*

22 Eylûl günü, Ä°ran C. BaÅŸkanı Hasan Ruhanî, Irak’ın Ä°ran’a saldırmasıyla 1980 tarihinde baÅŸlayıp 8 yıl süren ve iki taraftan 1 milyondan insanın hayatına ve müslüman halkların zenginliklerinin yok edilmesine malolan korkunç savaşın 35. yıldönümü dolayısiyle yaptığı konuÅŸmada, ‘Ä°ran’ın bugün çok güçlü bir devlete dönüÅŸtüÄŸünü, dünyanın 6 büyük devletiyle yıllar süren müzakerelerden daha bir güçlenerek çıktığını ve sadece kendisini deÄŸil, Irak ve Suriye gibi ülkelerdeki rejimleri de korumak için oralarda asker, (pasdar denilen) ‘inkılab muhafızları’nı ve ‘besicî’ denilen ‘halk gönüllüleri’ ve milis güçlerini bulundurduklarını ve ihtiyac duymaları halinde, bölgenin diÄŸer ülkelerine de yardıma hazır olduklarını’  söylüyordu..

Bu, elbette ki tribünlere karşı bir güç gösterisiydi ve o savaşın 35. yıldönümünde, kitlelere iyi bir doping etkisi yapıyordu. SavaÅŸta verilen insan kayıplarının ve uÄŸranılan büyük maddî zararların, çekilen zahmetlerin boÅŸa gitmediÄŸi mesajıyla kitleler mesrur oluyorlardı. (Ruhanî, o konuÅŸmasında Yemen’in adını zikretmiyordu.

Çünkü, Yemen’de baÅŸlangıçta çok iyi gittiÄŸini düÅŸündükleri Husî güçleri, son zamanlarda Amerikan destekli Suûdî rejiminin saldırıları karşısında epeyce sıkıntılı duruma düÅŸmüÅŸtü. Bu yüzden, Ä°ran’n stratejik yayınlarında, Ä°ran’ın Yemen’deki ‘Husî’lere yardım yaptığına dair iddialar reddediliyor ve o desteÄŸin bir yakıştırma olduÄŸu ve sadece psikolojik destekten bahsedilebileceÄŸi dile getiriliyordu. Tabiatiyle, eski Dışbakanlarından Ali Ekber Velayetî’nin, Husî’ler arasından oluÅŸturulup, Ensarullah adı verilen güçlerin,  Lübnan’daki Hizbullah güçleri ile aynı olduÄŸuna dair 8 ay öncelerde yaptığı açıklamalar hatırlanmıyordu..)

Ruhanî’nin topluma, nefsine itimad ve gurur şırınga eden konuÅŸmasından iki hafta kadar sonra, Ä°ran kamuoyu, Huseyn Hemedanî isimli ünlü bir serdârının/ generalinin Suriye’nin Haleb ÅŸehri civarındaki çarpışmalarda hayatını kaybettiÄŸi haberiyle sarsılıyordu.. Ä°ÅŸbu Serdâr Huseyn Hemedanî, Ä°ran- Irak Savaşıyıllarından beri Ä°nkılab Muhafızları Ordusu’nun seçkin komutanlarından birisi olarak biliniyordu. Ve Ä°ran’ın Irak ve hele de Suriye operasyonlarındaki en ilginç isimlerinden birisi olarak sivrilen Qaasem Suleymanî’nin baÅŸyardımcısı idi ve Suriye’deki operasyonlarda da onun temsilcisi olarak bulunuyordu. 

Bu generalin cenazesi geçen hafta Ä°ran’da, büyük merasimlerle defnedildi, elbette ‘ÅŸehîd’ denilerek.. Ve dahası, (ismi, milletin yeniden kendine gelmesi mânâsına gelen) RuyeÅŸ-i Millet’ adıyla yayınlanan bir dergide, ‘Serdâr Hemedanî’nin öldürüldüÄŸü’ yazılınca, hakkında, niçin ‘ÅŸehîd ÅŸod’ (ÅŸehid oldu..) deÄŸil de, ‘kuÅŸte ÅŸod..’ (öldürüldü) denildi gerekçesiyle soruÅŸturma baÅŸlatıldı.

Çünkü, yukardaki en üst iradenin tartışılamaz ve mutlaka bir hikmete dayalı olduÄŸuna inanılan siyasetinin acı sonuçları hakkında böylesine dolaylı bir eleÅŸtiri dahi yapılamazdı..

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.